17 Aralık 2013 Salı

Gene Dersteyim

Çocukken ne olmak istediğini bilmek kolaydı. Ya polis ya da doktor olacaktın. Çünkü annen seni hep doktora götürmekle tahdit etmiş ve "doktor" bildiğin tek meslekti. Daha katı bir anneye sahipsen de muhtemelen polis olmak istemişsindir.
Tabii zaman geçip matematiğin çok kolay olmadığını gördüğünde doktor olmaktan vazgeçip, aklında geleceğe dair hiçbir plan olmaksızın okumaya devam etmişsindir. Yaşın biraz daha ilerlediğinde, mesela 1 mayıslara katılmaya başladığında, kendi düşünceni oluşturup sokaklara çıktığında, yani devlet düzenine karşı geldiğin bir anda polisle tanışmış ve polis olma düşüncelerini çöpe atıp, üzerine benzin döküp ateşe vermişsindir.
Ne doktor olacaktım ne de polis. Çocukken küçücük tencerelerde, küçücük bıçaklarla kesilmiş yaprakları pişirirdim. Sonra büyüdüm. Küçücük tencereler bıçaklar da büyüdü. Ben yabancı dil mezunu oldum. Aklımda dramatik yazarlık ya da oyunculuk...
"Ne olacağım lan ben" karmaşaları içerisinde kendimi bilgisayar bölümünde buldum. Deli gibi kod yazıp, siteler yapıyorum. güya. Ama hepsi göstermelik. Not almak için. Hocalar slaytlardan ders geçiştirmeye çalışıyor biz final projeleri oluşturuyoruz. sıkıcı. Hatta bazı hocaların bölümle ilgisi bile yok.
 Büyüyünce pastane açacak gibi duruyorum sonuç olarak. Sanırım en yakını bu bana. Büyük buz dolaplarının içerisine yerleştirilmiş avuç kadar kapkekleri kremalarla doldurup, insanlar yerken yüzlerinde oluşan mimikleri izlemek istiyorum. Beni mutlu edecek tek meslek bu olmalı. Fazla konuşmadan insanları çözümleyebileceğim ve unların, yumurtaların içerisinde kaybolup kendimi yaratacağım bir meslek.
ben ölmeden pastacı olsam, tavukalrın altından yumurta alsam...

Deve

10 Aralık 2013 Salı

SOĞUK!

Terliklerimle yataktayım! oh ne rahat... Annem görse bir şey demez. Çünkü temizlik takıntısı yoktur. Rahat kadın oluşunu hep sevmişimdir. "Aman kırılsın, senin canın sağ olsun" der geçer. Bir keresinde çok sinirlendiğim günlerin bir keresinde, annemin kolunu sıkıp en sevdiği bilekliği koparmıştım. Halbuki onun hiç suçu yoktu. Ben sadece sinirlenmiştim ve o oradaydı. Amacım ne koluna ne de bilekliğe zarar vermekti. Sonrasında "olsun ya ne olacak" deyişlerinde aslında ne kadar hüzünlü ses tonu olduğunu anlamış, tamir etmiştim bileziği kendi çapımda. Eski türk filimlerinde olan kolye kopartıp ele verme olayını dalgasına çok denemiş ama başaramamış olan ben, o gün gerçekleştirmiştim sanırım bunu. Sonra bir keresinde yani gene çok sinirli olduğum bir keresinde, atar-gider yapıcam diye yani, çok heveslenerek aldığı, en son teknolojiye sahip "yeni" telefonunu yere düşürmüştüm. Neyseki bir şey olmamıştı. Gerçi bir şey olsa da bir şey demezdi. Çünkü benim canım sağ olsundu. Rahat kadındır yani annem. Terliklerimle yatağa girdiğimi görse bir şey demez. Can sıkıntısından, sırf eğlence oldun diye "hakkını helal et. Artık dayanamıyorum.Atlıyorum camdan." yazdığım mesaj neticesinde, odamla arasında fazla mesafe bulunmayan mutfakta oturan annem sadece aradı. Yani o derece rahat bir kadındır. Belkide küçükken abimle yaptığımız şakaların sonucudur. Not yazıp saklandığımız çok olmuştur. İyidir yani.
Asıl bahsetmek istediğim konu apayrıydı aslında. Hava çok soğudu. İlk kez ayak parmaklarımın buz olup kırılabileceğini düşündüm. Elleriminde öyle. Bu kış çok çetin geçeceğe benziyor. Mont, bot giymekten nefret ediyorum. Çok Nefret ediyorum. Kıştan daha çok nefret ediyorum. Ancak bu sene yiyebildiğim kadar kat katım! Üşüyorum kısaca. Sanırsın soğutucunun içinde mahsur kalmışım kalın kazak ve montlarla. Ne yapsam ısınamıyorum. Eve gitsem, yorganın altına girsem ve cipislerimi yesem diye düşünüyorum.. Ama alnımda yazmıyor bunlar. O yüzden çok güzel dinliyormuş gibi yapıyorum. Ben bugün çok üşüdüm ve şimdi terliklerimle yataktayım! oh ne rahat...

Deve

8 Aralık 2013 Pazar

Kekremsi

İki bardak çayı bitirdiği görülmemiştir. Onun için ya ''siyah'' olmalısınız, ya ''gri''. Düşünmek için zaman vermez size, beklemeyi sevmez; bekletilmekten nefret eder. Uykuyu sever. Kertenkele kraliçesidir çünkü. Ne zaman uyuyacak, anlamazsınız. Bir anda sesi soluğu kesir. Bir anda parlar, uzun süre öylece kalır. Sevildiğini anlayana kadar. Buzdan kalelerini eritebilir bir sıcaklıkla. Gücünü depolar. Bu yüzden en çok ''Deve''dir. Tehlikelidir bu güç. Siz onu, her ne kadar mutlu da görseniz üzüntüsünü gizlemek ister. Onu güçsüz kılacak her şey için heybetli bir gurur duvarı örer. O duvarı oluşturmak için ''gücü''nü kullanır. Özünde öyle sıcaktır ki, çölün akşam rüzgarlarını unutturur size. Ve siz, otobüs durağında ayaklarını sallandıran teyzeler kadar samimi gelen bir şeyler bulabildiğinizi sanırsınız, kendinize; ondan gelenlerle. Çünkü o teyzeler de sizin gibidir aslında. O kalın yüzünün arkasında birikenler duruş mu gidiş mi anlamazsınız. Yüzünü kaldırabildiği kadar indirmeyi sever çünkü. Yüzünü kaldıran kadar indirene karşı duyar öfkesini. Kafatasından orantısız ayakları denizin içine gömülürken huzurlu hissedersiniz. Elleri, kulakları ve saçları komikleşir çünkü. En huzurlu anlarında aptallaşır. Siz onu kendisinden çok tanıdığında kaçamayacağı bir şeyler olabileceğini anlar. Ve kaçamadıkları büyütmesine sebeptir içindekileri. Böyle büyüttüğü olmamıştır. Böyle büyütmeyi sevmez. Üzemez onu kimse. Her şeyi ortadan kaldırabileceği sihirli bir beyni olduğuna inanır. Beyin gücü ile kısa sürede üstesinden gelebilir sahip olduklarının. ''İter çoğu kez ürküp aşkından güçsüz yaptı diye sizi''. O, kendi dağında büyüyen bir volkan gibi bazen, ama neyse ki sever çiçekleri. Ve siz ona dünyanın tüm çiçeklerini de getirseniz doymayacak bir midesi vardır. Aynı yerde durmaya alışmamıştır. Kendini açtıkça zarar görmüştür. Çünkü siz onun yüzüne vurduklarınızla değil, kalbini yumuşattıklarınızla var olursunuz. Size gururundan uzaklaşarak tanıttığı yüzünü gözyaşlarında depolar. Siz onu öyle seversiniz.
Kekik

6 Aralık 2013 Cuma

Hop Dedik!

Büyüklerimiz tarafından ne kadar tasvip edilmesede, laf sokmak ayrıcalık isteyen bir sanat dalıdır. Öyle her "portakal" diyene "orda kal" demekle olacak iş değildir. İnceden inceye vuracaksın. Bazen bel altı, bazen tam şakağından. Benimkiler genelde bel altı olur. Bazı insanlarsa hep şakağından...
Öyle laflar çıkar ki benden aklın hayalin durur, düşünemezsin bir kaç saniye. Laf mı soktum, kendimce eğlendim mi farkına varmaya çalışırken sen, peşi sıra tekmelerim ben.
Ama "atsan atılmaz satsan satılmaz"ından biri var ki... saatler kaç "oh oh" ları gösteriyor olursa olsun hiç sesimi çıkartamam. Severim. Bazen sırf "sussun" diye özür diler geçerim. Bazen fena laflar sokmaya çalışır ama tökezlerim. Çünkü onun ağzı iyi laf yapar. Laf ebesidir. Tıkanır kalırım. Kaybetmekten korkarım. Fazla üzmemeye çalışır, susarım. Konuşursam acıtırım.
 Ah o hiç bilmez.
 Hiç acıtmadım onu.
 O acıttığımı sandı.
 Ondan çok kırılmış gibi yaptı.
Bazı insanları severim. Sonra sıkılır, sevmediğim yanlarını yüzlerine vurur giderim. Bazen hiç vurmadan giderim. Sonra başka bazı insanları severim. Sonra o bazı insanlardan da sıkılır ve giderim. Hep giderim. Hep başkaları olur. Aynı insanlarla, aynı samimiyette yıllarca takıldığım arkadaş sayısı, bir elin parmaksız halidir. Macbur kalmadıkca aynı insanlarla aynı muhabbetlere girmem. Ama bazı insanlarda vardır ki...
 Ah o bazı insanlar.
10 yıl görüşmesek bile, birbirimizi gördüğümüz anda aradan hiç yıl geçmemiş gibidir. Aynı samimiyet. Sık sık görüşmek bana göre değildir yani. Arada bir olsun, tam olsundur.
 O inatla anlamaz ama değerini. Uğraşmadığımı sanar. Sansın. Kaybeden gene biz oluruz. Ne ona koyar ne bana... Biz'e taşar.
İşin özü...
Ben onu hiç kırmak istemem. Ama kırarım. Ben ondan hiç sıkılmam. Deve iskenderden sıkılır mı? O artık haddini bilsin. Kendine gelsin. Yemek dediğin yoğurtsuz olmaz. Ama tarihi geçmişse çıkıp marketten almam.

Deve

5 Aralık 2013 Perşembe

It's time to run

Bazı insanlar vardır ; her şeyi tüketen. Ağzına geleni söyleyip sonra bir köşeye çekilen. Bazı insanlar vardır; her şeyin bir ‘’eylem’’den ibaret olduğunu düşünen. Ama kızgındır ya o insanlar, canları yanmıştır ya anlık da olsa, değerdir her şeyi söylenmeye, her laf o iki dudak arasından çıkmalıdır, hatta öyle dolu dolu çıkmalıdır ki, kısa süreli bir kendinden geçiş ile eş değerdir. Yarattığı canavara bakarsın, sana gerek yoktur; canavar kendi kendini öldürür. Kamikaze.
Bazı insanlara karşı konuşsan, hiçbir cümle hissettiklerini karşılamaz. Bir küçük özür her şeyi affettirir, eh daha ne yapılsın ki ? Ah canım, ayağa mı kapanılsın ? Sanarsın ki hayatta ayağa kapanmak en ağır gövde gösterisi!
Bir de kendilerini anlatmaya çalışırlar sonra. Şöyle demek istediği için şöyle olmuştur. Aslında amacı o değildir de başka bir şeydir. İnsanlar isteklerini konuşarak ifade edemezler çünkü. Suçlamalı ve yaralamalıdırlar. Hayvani içgüdüler. Geciktirmek için yakılmış bir sigara kadar etkisiz ve naif... O gülümseyen surattır sana bir dakika önce yumruk atan. Trajikomik.
Canavar kendini saklar. Canavarı beslemeyin.

O sırada Muse şöyle sesleniyor ; ''it could be wrong, could be wrong, are we digging a hole?''

Kekik

3 Aralık 2013 Salı

derste can sıkılırsa

Yoğun bir mide bulantısı içerisinde aylar sonra ilk yazımı giriyorum. Öyle böyle bir mide bulantısı değil bu. Her balıktan sonra istisnasız kusan işkembe'm sonunda iflas etmiş olmalı ki ertesi gününde bile beni kusturacak potansiyele sahip.
"İşlenmeyen demir pas tutar" lafını hangi düşünürümüz söylemişse doğru söylemiş. zira okul ne ki klavyesi ne olsun deyip suçu klavyeye yüklemeyeceğim. Bariz yazamıyorum... Nefes al. Mideni tut. Nefes al. Kaya kadar sert olan tuşlara basmaya çalış. Nefes al. Aklından düşmeden düşündüğün şeyleri monitöre geçir.
Geçenlerde bir yerde okumuştum. Eğer küçük bir çocuk size yalan söylemişse ve siz bunu öğrenip, çocuğu yalan söylememesi için uyarmaya karar vermişseniz yapacağınız şey; "Hiç bir zaman yalan söyleme" demek değilmiş. "Her zaman doğruyu söyle" demek olmalıymış. Ters mantık düz mantığı kovalıyormuş anladığım kadarıyla. Bir de kekiğin beni hep uyardığı "o" konu var...  "Anlamıyor musunuz?" denmezmiş. "Anlatamadım galiba" denirmiş. Çünkü sinirlendiğinde karşındaki insanı "nasıl kırmam" diye düşünenlerden olamamışım. Her şeyi, her zaman tam anlamıyla anlatmışımdır. Hatta o kadar açık anlatırım ki karşıdaki anlamaktan korktuğu için aptal ile yatar. Ne de olsa körle yatan şaşı kalkar. Bazen benim de aptal ile yattığım çok olmuştur. Olmak zorunda olmuştur. Çünkü, çin işkencesi de neymiş? En çok "onu" yollamak acıtır.

"Too high, can't come down 
Losing my head 
Spinning 'round and 'round 
Do you feel me now? "

tabikideyaelnaimcoverı.
DEVE