17 Aralık 2013 Salı

Gene Dersteyim

Çocukken ne olmak istediğini bilmek kolaydı. Ya polis ya da doktor olacaktın. Çünkü annen seni hep doktora götürmekle tahdit etmiş ve "doktor" bildiğin tek meslekti. Daha katı bir anneye sahipsen de muhtemelen polis olmak istemişsindir.
Tabii zaman geçip matematiğin çok kolay olmadığını gördüğünde doktor olmaktan vazgeçip, aklında geleceğe dair hiçbir plan olmaksızın okumaya devam etmişsindir. Yaşın biraz daha ilerlediğinde, mesela 1 mayıslara katılmaya başladığında, kendi düşünceni oluşturup sokaklara çıktığında, yani devlet düzenine karşı geldiğin bir anda polisle tanışmış ve polis olma düşüncelerini çöpe atıp, üzerine benzin döküp ateşe vermişsindir.
Ne doktor olacaktım ne de polis. Çocukken küçücük tencerelerde, küçücük bıçaklarla kesilmiş yaprakları pişirirdim. Sonra büyüdüm. Küçücük tencereler bıçaklar da büyüdü. Ben yabancı dil mezunu oldum. Aklımda dramatik yazarlık ya da oyunculuk...
"Ne olacağım lan ben" karmaşaları içerisinde kendimi bilgisayar bölümünde buldum. Deli gibi kod yazıp, siteler yapıyorum. güya. Ama hepsi göstermelik. Not almak için. Hocalar slaytlardan ders geçiştirmeye çalışıyor biz final projeleri oluşturuyoruz. sıkıcı. Hatta bazı hocaların bölümle ilgisi bile yok.
 Büyüyünce pastane açacak gibi duruyorum sonuç olarak. Sanırım en yakını bu bana. Büyük buz dolaplarının içerisine yerleştirilmiş avuç kadar kapkekleri kremalarla doldurup, insanlar yerken yüzlerinde oluşan mimikleri izlemek istiyorum. Beni mutlu edecek tek meslek bu olmalı. Fazla konuşmadan insanları çözümleyebileceğim ve unların, yumurtaların içerisinde kaybolup kendimi yaratacağım bir meslek.
ben ölmeden pastacı olsam, tavukalrın altından yumurta alsam...

Deve

10 Aralık 2013 Salı

SOĞUK!

Terliklerimle yataktayım! oh ne rahat... Annem görse bir şey demez. Çünkü temizlik takıntısı yoktur. Rahat kadın oluşunu hep sevmişimdir. "Aman kırılsın, senin canın sağ olsun" der geçer. Bir keresinde çok sinirlendiğim günlerin bir keresinde, annemin kolunu sıkıp en sevdiği bilekliği koparmıştım. Halbuki onun hiç suçu yoktu. Ben sadece sinirlenmiştim ve o oradaydı. Amacım ne koluna ne de bilekliğe zarar vermekti. Sonrasında "olsun ya ne olacak" deyişlerinde aslında ne kadar hüzünlü ses tonu olduğunu anlamış, tamir etmiştim bileziği kendi çapımda. Eski türk filimlerinde olan kolye kopartıp ele verme olayını dalgasına çok denemiş ama başaramamış olan ben, o gün gerçekleştirmiştim sanırım bunu. Sonra bir keresinde yani gene çok sinirli olduğum bir keresinde, atar-gider yapıcam diye yani, çok heveslenerek aldığı, en son teknolojiye sahip "yeni" telefonunu yere düşürmüştüm. Neyseki bir şey olmamıştı. Gerçi bir şey olsa da bir şey demezdi. Çünkü benim canım sağ olsundu. Rahat kadındır yani annem. Terliklerimle yatağa girdiğimi görse bir şey demez. Can sıkıntısından, sırf eğlence oldun diye "hakkını helal et. Artık dayanamıyorum.Atlıyorum camdan." yazdığım mesaj neticesinde, odamla arasında fazla mesafe bulunmayan mutfakta oturan annem sadece aradı. Yani o derece rahat bir kadındır. Belkide küçükken abimle yaptığımız şakaların sonucudur. Not yazıp saklandığımız çok olmuştur. İyidir yani.
Asıl bahsetmek istediğim konu apayrıydı aslında. Hava çok soğudu. İlk kez ayak parmaklarımın buz olup kırılabileceğini düşündüm. Elleriminde öyle. Bu kış çok çetin geçeceğe benziyor. Mont, bot giymekten nefret ediyorum. Çok Nefret ediyorum. Kıştan daha çok nefret ediyorum. Ancak bu sene yiyebildiğim kadar kat katım! Üşüyorum kısaca. Sanırsın soğutucunun içinde mahsur kalmışım kalın kazak ve montlarla. Ne yapsam ısınamıyorum. Eve gitsem, yorganın altına girsem ve cipislerimi yesem diye düşünüyorum.. Ama alnımda yazmıyor bunlar. O yüzden çok güzel dinliyormuş gibi yapıyorum. Ben bugün çok üşüdüm ve şimdi terliklerimle yataktayım! oh ne rahat...

Deve

8 Aralık 2013 Pazar

Kekremsi

İki bardak çayı bitirdiği görülmemiştir. Onun için ya ''siyah'' olmalısınız, ya ''gri''. Düşünmek için zaman vermez size, beklemeyi sevmez; bekletilmekten nefret eder. Uykuyu sever. Kertenkele kraliçesidir çünkü. Ne zaman uyuyacak, anlamazsınız. Bir anda sesi soluğu kesir. Bir anda parlar, uzun süre öylece kalır. Sevildiğini anlayana kadar. Buzdan kalelerini eritebilir bir sıcaklıkla. Gücünü depolar. Bu yüzden en çok ''Deve''dir. Tehlikelidir bu güç. Siz onu, her ne kadar mutlu da görseniz üzüntüsünü gizlemek ister. Onu güçsüz kılacak her şey için heybetli bir gurur duvarı örer. O duvarı oluşturmak için ''gücü''nü kullanır. Özünde öyle sıcaktır ki, çölün akşam rüzgarlarını unutturur size. Ve siz, otobüs durağında ayaklarını sallandıran teyzeler kadar samimi gelen bir şeyler bulabildiğinizi sanırsınız, kendinize; ondan gelenlerle. Çünkü o teyzeler de sizin gibidir aslında. O kalın yüzünün arkasında birikenler duruş mu gidiş mi anlamazsınız. Yüzünü kaldırabildiği kadar indirmeyi sever çünkü. Yüzünü kaldıran kadar indirene karşı duyar öfkesini. Kafatasından orantısız ayakları denizin içine gömülürken huzurlu hissedersiniz. Elleri, kulakları ve saçları komikleşir çünkü. En huzurlu anlarında aptallaşır. Siz onu kendisinden çok tanıdığında kaçamayacağı bir şeyler olabileceğini anlar. Ve kaçamadıkları büyütmesine sebeptir içindekileri. Böyle büyüttüğü olmamıştır. Böyle büyütmeyi sevmez. Üzemez onu kimse. Her şeyi ortadan kaldırabileceği sihirli bir beyni olduğuna inanır. Beyin gücü ile kısa sürede üstesinden gelebilir sahip olduklarının. ''İter çoğu kez ürküp aşkından güçsüz yaptı diye sizi''. O, kendi dağında büyüyen bir volkan gibi bazen, ama neyse ki sever çiçekleri. Ve siz ona dünyanın tüm çiçeklerini de getirseniz doymayacak bir midesi vardır. Aynı yerde durmaya alışmamıştır. Kendini açtıkça zarar görmüştür. Çünkü siz onun yüzüne vurduklarınızla değil, kalbini yumuşattıklarınızla var olursunuz. Size gururundan uzaklaşarak tanıttığı yüzünü gözyaşlarında depolar. Siz onu öyle seversiniz.
Kekik

6 Aralık 2013 Cuma

Hop Dedik!

Büyüklerimiz tarafından ne kadar tasvip edilmesede, laf sokmak ayrıcalık isteyen bir sanat dalıdır. Öyle her "portakal" diyene "orda kal" demekle olacak iş değildir. İnceden inceye vuracaksın. Bazen bel altı, bazen tam şakağından. Benimkiler genelde bel altı olur. Bazı insanlarsa hep şakağından...
Öyle laflar çıkar ki benden aklın hayalin durur, düşünemezsin bir kaç saniye. Laf mı soktum, kendimce eğlendim mi farkına varmaya çalışırken sen, peşi sıra tekmelerim ben.
Ama "atsan atılmaz satsan satılmaz"ından biri var ki... saatler kaç "oh oh" ları gösteriyor olursa olsun hiç sesimi çıkartamam. Severim. Bazen sırf "sussun" diye özür diler geçerim. Bazen fena laflar sokmaya çalışır ama tökezlerim. Çünkü onun ağzı iyi laf yapar. Laf ebesidir. Tıkanır kalırım. Kaybetmekten korkarım. Fazla üzmemeye çalışır, susarım. Konuşursam acıtırım.
 Ah o hiç bilmez.
 Hiç acıtmadım onu.
 O acıttığımı sandı.
 Ondan çok kırılmış gibi yaptı.
Bazı insanları severim. Sonra sıkılır, sevmediğim yanlarını yüzlerine vurur giderim. Bazen hiç vurmadan giderim. Sonra başka bazı insanları severim. Sonra o bazı insanlardan da sıkılır ve giderim. Hep giderim. Hep başkaları olur. Aynı insanlarla, aynı samimiyette yıllarca takıldığım arkadaş sayısı, bir elin parmaksız halidir. Macbur kalmadıkca aynı insanlarla aynı muhabbetlere girmem. Ama bazı insanlarda vardır ki...
 Ah o bazı insanlar.
10 yıl görüşmesek bile, birbirimizi gördüğümüz anda aradan hiç yıl geçmemiş gibidir. Aynı samimiyet. Sık sık görüşmek bana göre değildir yani. Arada bir olsun, tam olsundur.
 O inatla anlamaz ama değerini. Uğraşmadığımı sanar. Sansın. Kaybeden gene biz oluruz. Ne ona koyar ne bana... Biz'e taşar.
İşin özü...
Ben onu hiç kırmak istemem. Ama kırarım. Ben ondan hiç sıkılmam. Deve iskenderden sıkılır mı? O artık haddini bilsin. Kendine gelsin. Yemek dediğin yoğurtsuz olmaz. Ama tarihi geçmişse çıkıp marketten almam.

Deve

5 Aralık 2013 Perşembe

It's time to run

Bazı insanlar vardır ; her şeyi tüketen. Ağzına geleni söyleyip sonra bir köşeye çekilen. Bazı insanlar vardır; her şeyin bir ‘’eylem’’den ibaret olduğunu düşünen. Ama kızgındır ya o insanlar, canları yanmıştır ya anlık da olsa, değerdir her şeyi söylenmeye, her laf o iki dudak arasından çıkmalıdır, hatta öyle dolu dolu çıkmalıdır ki, kısa süreli bir kendinden geçiş ile eş değerdir. Yarattığı canavara bakarsın, sana gerek yoktur; canavar kendi kendini öldürür. Kamikaze.
Bazı insanlara karşı konuşsan, hiçbir cümle hissettiklerini karşılamaz. Bir küçük özür her şeyi affettirir, eh daha ne yapılsın ki ? Ah canım, ayağa mı kapanılsın ? Sanarsın ki hayatta ayağa kapanmak en ağır gövde gösterisi!
Bir de kendilerini anlatmaya çalışırlar sonra. Şöyle demek istediği için şöyle olmuştur. Aslında amacı o değildir de başka bir şeydir. İnsanlar isteklerini konuşarak ifade edemezler çünkü. Suçlamalı ve yaralamalıdırlar. Hayvani içgüdüler. Geciktirmek için yakılmış bir sigara kadar etkisiz ve naif... O gülümseyen surattır sana bir dakika önce yumruk atan. Trajikomik.
Canavar kendini saklar. Canavarı beslemeyin.

O sırada Muse şöyle sesleniyor ; ''it could be wrong, could be wrong, are we digging a hole?''

Kekik

3 Aralık 2013 Salı

derste can sıkılırsa

Yoğun bir mide bulantısı içerisinde aylar sonra ilk yazımı giriyorum. Öyle böyle bir mide bulantısı değil bu. Her balıktan sonra istisnasız kusan işkembe'm sonunda iflas etmiş olmalı ki ertesi gününde bile beni kusturacak potansiyele sahip.
"İşlenmeyen demir pas tutar" lafını hangi düşünürümüz söylemişse doğru söylemiş. zira okul ne ki klavyesi ne olsun deyip suçu klavyeye yüklemeyeceğim. Bariz yazamıyorum... Nefes al. Mideni tut. Nefes al. Kaya kadar sert olan tuşlara basmaya çalış. Nefes al. Aklından düşmeden düşündüğün şeyleri monitöre geçir.
Geçenlerde bir yerde okumuştum. Eğer küçük bir çocuk size yalan söylemişse ve siz bunu öğrenip, çocuğu yalan söylememesi için uyarmaya karar vermişseniz yapacağınız şey; "Hiç bir zaman yalan söyleme" demek değilmiş. "Her zaman doğruyu söyle" demek olmalıymış. Ters mantık düz mantığı kovalıyormuş anladığım kadarıyla. Bir de kekiğin beni hep uyardığı "o" konu var...  "Anlamıyor musunuz?" denmezmiş. "Anlatamadım galiba" denirmiş. Çünkü sinirlendiğinde karşındaki insanı "nasıl kırmam" diye düşünenlerden olamamışım. Her şeyi, her zaman tam anlamıyla anlatmışımdır. Hatta o kadar açık anlatırım ki karşıdaki anlamaktan korktuğu için aptal ile yatar. Ne de olsa körle yatan şaşı kalkar. Bazen benim de aptal ile yattığım çok olmuştur. Olmak zorunda olmuştur. Çünkü, çin işkencesi de neymiş? En çok "onu" yollamak acıtır.

"Too high, can't come down 
Losing my head 
Spinning 'round and 'round 
Do you feel me now? "

tabikideyaelnaimcoverı.
DEVE

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Gece Yarısı Kuşağı


Buraları epey boşvermişiz! Hayırdır yani ne bu rehavet anlamadım gitti..Oysa ki hiç bırakmayacaktık, hep yazacaktık sözde...Ama nerdeeee?!
Bugün Mcdonalds'ın sitesine girdim. Yeni bir patates çıkmış, ona bakacaktım. Bir de ne göreyim?! ''Kendi hamburgerini tasarla'' diye bir şey çıkarmışlar. Hoca bu durur mu, yapıştırmış cevabı...Girdim hemencicik büyüüük bir heyecanla hamburgerimi yaptım güzelce. Yarışma için adım adım ilerliyordum. Tam o sırada isim diye bir buton çıktı. Ben de ne bileyim hamburgerin ismini sorduklarını, kendi ismimi yazdım. Olan oldu. Artık benim yaptığım hamburger seçilirse hiç hoş olmaz kanımca. Düşünsenize ''Ahmetburger'' ya da ''McAyşe''
Sıcaklar geldi ey halkım yanıyoz! Lakin akşamları fena ayaklarım üşüyor. Eğer sizin de üşüyorsa buyrun.. Laptopların şarj cihazları ne güne duruyor ha ? Dayıyorum ayaklarımı oooooh mis!
İddia oynamayıp tutturuyorsun ya hani o çok kötü be dostum çok kötü!
Bazı minibüsler gerçekten ter, ayak, sigara, nefes ve soğan karışımı kokuyor. ''McŞahane'' 
Diskaviri Çenıl'da Bugün; Hiç ölmeyen balıklarda 9273814791743 günü geride bıraktı. Sıkılan vatoz Egepen'den sipariş ettiği yeni camlarına kavuşmak üzere..''uu biraz da burayı emeyim'' Kuzeyinoğlu çizgili, hala tam anlamıyla yüzmeyi öğrenmiş sayılmaz. Yalnızkalp saydamlar suskunluğunu koruyor. Çöpçüler dipte kalan artıklardan bıkmış durumda. 
Seyyar satıcı olsam kesinlikle ''Ne vereyim güzel abime?'' kalıbını kullanırdım.
Ben bir sihirbazım! Geçen gün sürekli bilgisayara bakmaktan olsa gerek, telefonu yerinden oynattığımı sandım. Sonra da korktum tabi.
Paran yok, işe gidiyorsun. Paran var, boş oturmamak için işe gidiyorsun. Yani hep bir iş güç.
Sanırım önceki hayatımda meyveydim. Bu aralar bize her yer meyve.

Bu kez arayı açmadan gelecem!
Kekik

5 Nisan 2013 Cuma

Smells like balık spirit


Balık olmak ne sıkıcıdır lan. Gel gel gel, git git git. Dört tane duvar. Aynı taş aynı hamam. Kendi bokunun tadına bile bakıyorsun yeri geldiğinde. E ne yapacaksın. Açsın. Dışarıdan bakınca rengi farklı görünmüyor ki. Yem gibi. Sonra ne bileyim. Oyuncak yok bir şey yok. İki kere kulenin içine girsen, dibe insen falan. Sonra tekrar çık çık çık, yüz yüz yüz. Arada iki hatun kovala. Biraz velet doğur. Kavga et. Diğer balıkların kuyruklarını ye. Zaman geçer mi. Hep aynı yemekler. ''Bugün menüde ne var'' diyemiyorsun ki. ''Ağızlara layık bir lezzet ; Yem'' mi diyeceksin. En büyük aksiyon yem kapma mücadelesi herhalde. Kardeş payı diye bir şey de yok. Kim önce kaparsa. Kapitalist deyyuslar. Komşusu açken kendi tok yatan bizden değildi hani. Nerede kaldı paylaşım. Kimisi zayıflıktan ölüyor belki. Zulan da yapamazsın ki. 

Gece gece insan böyle şeyler düşünebilir.

Kekik

17 Mart 2013 Pazar

Kuklayım ben, kuklayım

 Koyu bir Fenerbahçe taraftarıyım. Dolayısıyla Fener maçlarının bendeki yeri büyüktür. Genellikle çok önemli olmadıkça planlarımı maçlara göre yaparım. Fenerbahçe'yi sevme ya da tutma amacım tamamen babamın gazıyla oluşmuştur. Hiçbir zaman gazozuna ya da çikolatasına vazgeçmedim takımımdan. Şampiyonluk, yenilgiler, hezimetler, yanlış anonslar, oynamayan futbolcular, Aziz'ler, Aykut'lar da umrumda değil. Ben sadece Fenerbahçe'yi seviyorum.
           Bu gaz girişin ardından gündemde sıklıkla dolanan bayrak mevzularından bahsetmek istedim zira her hafta ayrı bir olay yaşanıyor. Yabancı takımlarla yapılan maçlarda vermemiz gereken desteğin niyetini anlayabilmiş değilim. ''Türk takımı canım ne olacak?'' mantığını da oldukça saçma buluyorum. Zerre kadar umrumda değil Türk ya da gavur olması. Neden sanki çok gönlüm razıymış gibi kaypakça nefret ettiğim bir takımın taraftarı gibi davranmalıyım ki ? Ne oluyor da birbirine uyuz olan iki takım ya da takımlar birliği bir anda damar yapıyor ? Neyin damarı ya da bu ?
 Bayrak açıyorlarmış. Şerefsiz oluyorlarmış. Açsınlar kardeşim. Sana ne ? Ben rahatlıkla Türkiye'de yaşayan, Fenerbahçe ve Milan'ı tutan bir insan olabilirim. Destek verebilirim. Galatasaray'lı ve Lazio'lu olmak üzerinden yapılan bu milliyet propogandası nedir ? Bu bir oyun. Bu bir maç. Maçlarda bir tarafın kazanmasını bir tarafın kaybetmesini istersin. Sevmediğin takım için niye birleştirici bir güç arıyorsun ki ? Schalke bayrağı da açın. Madrid'de. Lazio'da. Ne bileyim. Denizlispor bayrağı da açın. Pek çok futbolcu formasının göğsündeki arması uğruna mı oynuyor sanki bu oyunu ? Neden o zaman her takımdan 5-10 tane yabancı futbolcu var? Hepsi Türk hayranı değil ya? Sakın para tatlı geliyor olmasın ?

   Birbirleri ile karşılaştıklarında döner bıçaklarla, satırlarla üzerine yürüyen iki takımdı Fenerbahçe ve Galatasaray. Bu olayın insani boyutu. Bir de takım boyutu var ki, senelerdir ''ezeli rekabet, ebedi dostluk'' tanımıyla içimizi rahatlatır dururuz. Yok arkadaşım öyle bir dostluk. Ne zaman dost olduk biz? Rakipler dost olmaz. Kırmızı kart görmemek için her futbolcu -muş gibi yapar. Nefret duygusu değil tabi. Yalnızca bu yapmacık tavır çok irite edici.

            Şimdi hal böyleyken, kimse gelip de ''Bana bayrak açtı, nasıl Türk bu?'' demesin. Eğer içeriye girerken bu tarz durumlar kontrol edilmiyorsa istediğini yapmakta özgürdür bir taraftar. Nitekim yapmalıdır da. Oyun oynuyoruz. Eurovision'u seyretmiyoruz.
       


Kekik

2 Mart 2013 Cumartesi

Karışık

Uzun zamandır blog girmeyen kekiğe teşekkürşerimi sunup başlıyorum.
Çok susadım! Ama ben deveyim. Deve dayanır. Ah susadım!
-Annneeeeee.... Su getirsenee!
 -İşim var kalk kendin al.
   -Neyse boşver o zaman...
leydi gagaymış rihannaymış jefri sıtar abiablamızmış bunları boşver de tenlojinin su isteyince getiricek bi aletle karşımıza çıkması gerekiyor artık. Mesela su dıye bağırınca buzdolabının kapağı açılsın sürayi dışarıya çıksın, sonra bardak dolabının kapağı açılsın bir bardak ordan tezgaha gelsin... Sürahiden su hafif hafif bardağa dolsun sonra bardak havalanarak bana gelsin elime konsun. Bide zahmet olmazsa suyum bitince mutfaga geri gitsin. Yok yani sırf bunun içinde su getirici anne tutulmazki canım...

Müslüm baba'nın bu dünyaya katkısı pek bir büyüktü. Öldü denmesi herkesin canını pek bir sıktı. Ancak gelin görünki hayatın eli her zaman değiyor bize.  Ne de güzel yazmış nilifer adlı şarkıyı... Sağlığına kavuşsa keşke. Ben ve benim yaşımdakiler büyüdükçe hiç ölmeyecek sandığımız sanatçılar hayatlarını teker teker kaybetmeye başladı. Hergün evimizin içine kadar girenler... Magazin bültenlerinden düşmeyenler... Hep acıklı oldu şu son 3 yıl... Ama hayatın eli hep değiyor bize...











Sonra birde adı üniversite olup lise düzeyinde eğitim veren okullar var. Telefonla oynama. Uyuma. Dersi dinle... İster dinlerim, ister dinlemem. İster telefonla oynarım ister uyurum. Bu beni bağlar. Senin dersinin huzurunu kaçırmıyorum neticede. Hadi liseden yeni çıkmalar için koymaz bu sözler lakın 3 yıldır lise gibi bir ortamdan uzaklaşmış, kendince büyümüş sayılacak bir insan için saçmalıktan öte değil. Yakında o üniversiteye  okul sınırları içerisinde sigara yasağıda gelirse hiç şaşırmam. Zira son 2 devamsızlığın kaldığında bile aileni arıyorlarsa bu biraz artık yavaştan abartıya girer. Birde okulun hiçbir eşyasından yararlanamama gibi bir durumda var.Peh. Hayır övünmüyorum burssuzluğumla. Zira çalışmadım, dersaneye falan gitmedim, taa lisedeki bilgilerimde sınava girdim üstelik alanıımla alakasız bir bölüm. Özetle parasını paşa paşa verip girdim. Ancak gel görki sanki benim evimde maus yokmuşcasına, benim evimde bilgisayar yokmuşcasına bilgisayar odasının ders dışı kullanılması yasak... Niyeymiş... Çünkü mausu çalabilirlermiş. İkinci Peh'de buna gelsin. Yemek yemekde yasakmış... Lan okul benim? Size ne oluyor? Salak mıyım makinanın üzerine dökeyim? Başka üniversitelerde dolu boş sınıf var. millet giriyor dersini çalışıyor ediyor rahat rahat... Bizde odalar kilitli. Üçüncü Peh'de buna. Ahımşahım bi okulda değil... Sevmiyorum okulumu! Hiç sevmiyorum! 
Buna fotoğraf yok.
Deve

28 Şubat 2013 Perşembe

Gece Nöbeti

Lady Gaga ile aynı minibüse binmemi sağlayacak, Jeffre Star ile fotoğrafımı çekecek, Selçuk Şahin'e siper olacak, Hakan Akkaya'dan makas alacak, Rihanna'ya ''Amanın minnoş'' diyecek, Pique ve Shakira'nın çocuğunu sevecek, Nurgül Yeşilçay'ı alnından öpecek, Halit Ergenç'in sakalını kesecek bir teknoloji olacak mı ha ?


Kekik. (Saat 03:24. Durdu beynim. Beynim durdu. Yatak hiç uzakta sayılmaz. Yapman gerekeni biliyorsun. Evet biliyorum. Kes ve uyumaya devam et. Eyvallah paşam. Canım kokoreç çekti ama. Yeter ula. Akşam acıkmalarını sağlayan o iç güdüyü öldürün.)



Özenin.

26 Şubat 2013 Salı

20 Şubat 2013 Çarşamba

MERHAMET

Çemberimde gül oya ve Avrupa yakası dışında bitirdiğim ya da gününü heyecanla beklediğim başka bir türk yapımı dizi olmadı. Şimdi MERHAMET diye bir dizi çıkmış. Tesadüf ilk bölümünü izledim geçen hafta. Anam! O da ne! Pek sevdim. Pek güzel. Önüme kim gelse "izle lan" diyorum. Kahperengi adlı bir kitaptan uyarlamaymış. Niye hamallık etsinler? Sağlam kitap, sağlam konu. Özgüyüde pek severim. Baba kadın. Ayrıca dizide sevdiğim diğer özelliklerden biri de, "bayan" sıfatına hiç yer verilmiyor oluşu. Kabadayı bir adam var. Barzonun teki sözümona, ama adam hatun birilerinden bahsederken ya da seslenirken ya da normalde türk halkının sıklıkla kullandığı hitap şekli olan "bayan"ın yerine  "hanfendi" yahut "hanımların" sıfatlarını kullanıyor. Gelde sevme bu diziyi alıp bağrına basma! kısacası tavsiye ederim efenim. İzleyin. İzlettirin. Reyting'e kurban vermeyin. Severek izliyorum. Ayrıca ilerleyen bölümlerde sapıtmamasını umut ederek gidiyorum.

Deve

18 Şubat 2013 Pazartesi

Ve Aşk Ruhtaydı.


Bir yazı için kaç kişiyle kavga etmem lazım peki? 5-10? Sanırım bazı dürtülerim ölüyor… Daha 7 ay önce  Güzel Sanatlar Fakültesinde gerçek kimliğimle yaşamımı sürdürecekken, şimdi iki satır yazı yazmaya üşenir, meahlıyor olmuşum. Oysa bu bölüme girerken annemin kandırışları hala kulağımda… Bunuda senaryo gibi düşün kızım… oyun yazmıyorsunda program yazıyorsun, işinde garanti. Sikerler. Bir bok yazmıyorsun. Hiç istemediğin bir yerde “gelecek” için teklemek. İşin garanti. Bazen herşey Kekik için oluyor. Kekikle eve çıkmak için, Kekikle kek yapmak için, Kekikle film izlemek için. İşin garanti. O olmasa ne bu bölüm ne para… Arkanda sağlam bir destek olmayacağını bildiğin zaman hayatını kontrol etmek daha kolay. İşin garanti. Planlarını daha düzenli yapabiliyorsun. İşin garanti. Mesela elimde imzaları var. Çünkü belki giderler. Sıkıldığın zamanlar oluyor, bırakıyorum diyorsun, sonra… Belki giderler ama para gerek diyorsun ve dön başa yeniden…

Eşcinsellik günahmış diyorlar. Etikde değilmiş. Hoş hiç değilmiş. Çünkü o kadar tecavüzcü heteroseksüellerin yanında eşcinsellik daha betermiş. Hah işte. En başta asıl bundan bahsedicektim ben. Buna sinirlendim. Müslümanlığa iki kere sinilendim. Okumadan, bilmeden konuşanlara üç kere sinirlendim. Dinde mantık aramıycaksın diyip sadece inananlara dört kere… Bu böyle gidiyor… Heteroseksüellerin sikişip sikişip yurda bıraktıkları çocuklara sahip çıkanların yüzdesine bakıldığında çoğunluğu eşcinsel ailelerin oluşturduğu bir gerçekken; Tanrı, inanıpda çocuğunu yurda bırakanların yanına geçiyor. Çünkü dinde mantık yok. Çünkü namaz kılıp küçücük kızlarla evlendiğinde, tecavüz ettiğinde o çocuklara, bu günah değil. Ama eşcinsellik günah. Senin o çok savunduğun dininde evlenmeden el ele tutuşmakda günah ama kayalıklardan pantolonunun ıslaklığıyla kalkıyorsun. Bunu ne yapıcaz? Şimdi size mi düşüyor yani günahı kafanıza göre belirlemek. Tanırya mı düşüyor benim ne hissedeceğimi kararlaştırmak? Bu ne bir kavim, yok edilebilsin nede gelip geçici bir şey. Vardı. Var olacak. Beden gösteriştir. Ne olduğun vücudunun uzuvları belirlemez. Doğruya yanlışa karar veren saygı değmez etik insanlar. Etikliğinizle birlikte dininizide size versinler ve buraları, etik kurallardan arınmış, mantığıyla sadece kendini sikine takıp başkasına akıl vermeden yaşayan insanlara bırakıp gidin. Bak ne kadar mutlu oluruz işte o zaman.

Ha birde bunu hastalık olarak görenler var. Lan o zaman biri eşcinsel birini öldürdüğünde homofobinin ya da transfobinin arkasına sığınıp kurtulmayı biliyor. Demekki neymiş asıl hastalık olan homofobiymiş.

Hala kızgınım.
Ama disney çenıl beni hep yumuşatır.
Birde yanında mısır oldumu
oooo
O yüzden biz susalım Niçe konuşsun;Eşcinsellik 450 türden fazla canlıda bulunur. Eşcinsel karşıtlığı ise sadece  1 canlıda... Hangisi Doğalmış? 
yaşasın yemek yemek!

Deve

12 Şubat 2013 Salı

Ya Sabır

Sigarası yokmuş. Blog yazarmış. Neyine senin sigara ? Çok sevinmişmiş. Cebinden 5 lira çıkmış gibiymiş. Küçük fakir. Paran yok ama sigaran var ne ayak? İç iç. Sanıyorsun ki öteki dünyada da böyle rahat rahat tüttürebileceksin. Ama yok. Sana rahat yok. Ben varken. Önce Camel dedin. Saygı duydum. Sonra Tekel 2001. İşte bu senin sigara grafiğin;


11 Şubat 2013 Pazartesi

Aşk Gibi

Sigaram yok... Kağıdım yok... Sadece tütünüm var... Canımda nasıl sigara istiyor... En son 18:00 da içmişim... Ama istiyor... Öyle böyle değil... Abimin odasına gittim... Onda bazen kağıt oluyor... Arıyorum tarıyorum yok... Odama geldim... Dolabımın çekmecelerini karıştırdım... Yok... Boş olduğunu bildiğim ocb kutularının içine 4 kere baktım... Yok... Sonra şu bingomingodan aldığım çantaya bakayım dedim... Baktım. Ped var... Çıkarttım içine doğru iyice baktım... Ve beyaz bir şey... Yavaşca çektim onu... Kağıda benziyordu... Umarım yırtık değildir dedim... Ve değildi. Ve ocb kağıdıydı... Ve dikkatlice sardım... Biliyorsun bazen yırtılıyor... Ve yırtılmadı... Ve içtim... Herşey o kadar güzel ve benimdiki... Hani kışlık pantolonunun cebinden 5 lira çıkar ya...
İşte öyle bir şeydi...

dipnot=saat 23:00... hala saat ayarlarını yapmadık.
Deve