29 Şubat 2012 Çarşamba

Bang Bang


İdama karşı değilim ama bir başkasından, dolaylı ya da doğrudan gelecek olan ölüm can yakmadan yapılmalı diye düşünüyorum. Neticede daha önce yüzünü bile görmediğim bir insan gelip beni infaz etsin istemem. Nasıl bir hakkı olabilir ki, benim davam onunla mı ? Bazı insanların kafası çalışıyor. Sonuçta bu zamana kadar yapılmış tüm infaz yöntemlerinde acı üst planda. Kurşuna dizme, elektrik şoku, kelle uçurma, boğma, fare zehiri, çin işkenceleri vs.vs..
Zeki adam Julijonas. Ne güzel bir tren icat etmiş. İlla ki birini öldürecekseniz koyun trene, en azından son anlarını mutlu geçirsin. Kirli ya da temiz. Ölüm; her şekilde aynı kapıya çıkacak. Amaç 'yaşayan varlığı yok etmek' ise, canileşmenin lüzmü yok. Ne olacağına diğer tarafta olan ya da olmayan karar versin.


O haber ;

Julijonas Urbonas’ın geliştirdiği konsept ötanazi treni, İngiltere’de günün konusu oldu.

Londra’da Royal College of Art öğrencisi Litvanyalı mühendis Julijonas Urbonas’ın geliştirdiği konsept ötanazi treni, İngiltere’de günün konusu oldu. Teoride tüm yolcularını öldürmesi için planlanan tren, saniyede 100 metre hızla hareket ediyor. Yolun    sonuna gelindiğinde beynine oksijen gitmeyen yolcu, acı çekmeden hayata veda ediyor. Urbonas, düzeneğinin isteyenlere insani ve zarif bir ölüm sağladığını söylüyor.

Bilgisayar simülasyonuna göre, oksijensiz kalmaya bağlı ölüm, son karedeki gibi oluyor.




Kekik Haber bildirdi.

28 Şubat 2012 Salı

Gebeyim

Canga da ölürse ''hamile balık bakamıyorum'' tezim gerçekleşmiş olacak...Ne olur ölme. Sen annesin. Yavrularını düşün..Beni beni..Bihterini..Şu an kendi halinde özel odasında takılmakta..Keyfi yerinde gibi görünüyor ama öyle görünenlerden korkacaksın..3-4 güne kalmasın, doğursun. Benim de küçük lepisteslerim olsun artık !



Kekik

Pilav üstü kuru


Kekik ile Deve bir olunca samanlık seyran oluyor!
Fırından taze taze çıkmış kapkekler..
Biz afiyetle yemeyi tercih ettik .
Peki ya siz ?


Kekik

26 Şubat 2012 Pazar

Bilmem Kim Niye Ne Nereye

Göz görmeyince gönül katlanırmış. Benim gönlüm katlanmaz gözüm de bi sikim görmez oldu. Neyi nereye koyduğumu bilmeden bırakıyorum öylece düşerse düşsün diye. Kırılıcaksa da kırılsın artık yeter benim kırıldığım diye. Dolap dolusu ekstra uzun kibritim var. En son ne zaman ifşa ettim ruhumu? Yakarım bir tane her dara düşüşüm için afişe olur içim. Bu kibritler ne zaman birikti bu kadar?  Yaktım şimdi. Bir elim klavyede bir elim kibritte. Kokusu... Gerçek. Yaşadığını hissettiriyor insana. Duman odam. Parmak uçlarım ateş. Mağranın içine doğru "kimse var mı?" diye bağırmak gibi. Kimsesizce. Acil olan tarafım bebek. Önce oraya bakın. Ateş söndü. Ucu düştü kibritin bilmem nereye belki en derin nehirlere. Yatağımın altına. Eğilip "kimse var mı?" dedim. Bir bağırış çağırış ki sorma. Kimleri unutmuşum yatağımın altında... . Bu ateş fazla yüksek. Söndü ama. Kibritin ucu mor. Şubata ait olmayan bir hava var sokakta. Kibritin ucu kahverengidir aslında. Sabrımı siksinler. Çölde bile yılmadım. Hörgüçlerime dayandım. Kertenkele oldum kumun altına saklandım. Kimse görmedi. Saklanışımı bile bilmedi kimse. Deve olmanın sorumlulukları vardı elbette.  Bir kibrit daha. Parmak uçlarım nasır. Dudağım yara. Gözlerim kör ya da uyuyorum. Yorulmuşumdur belki.

Deve

24 Şubat 2012 Cuma

'' Sıradaki parçamız dar kafalı, geniş vajinalı ablalar ve fermuarı hep açık gezen abiler için geliyor… Şu hayatta anlayamadıkları binlerce şeyin birinden bahsetmek istiyorum.
Aşk yasaklanmış bazı yerlerde ya da daha doğrusu bazı bedenlerde… 
Aynı olanlar sevemezlermiş birbirini… Kurallar varmış, hani o çok uydukları kurallar var ya… 
Her türlü teknolojinin yaşandığı ve hatta tavukla bile sevişildiği yüzyılımızda, iki aynı cinsiyetteki bedenin birbirini sevmesi: yasakmış hala!
Size mi layık aşk? Size mi legal? Sevmek için sikkafalı bi herifin penisi mi olmalı o aşkın içinde! Ya da sizin “herkese açık” yollarınızla mı yürüyor aşklar? Siz çirkinler, hep demez misiniz: “insanın içi ayrı dışı ayrıdır, önemli olan iç güzellik…” Siz piç herifler:”Böyle göründüğüme bakma, içim…” vs. vs. vs…. Ee, o zaman? Nasıl yapacağız? Demek insanın ruhu ayrı, bedeni ayrıymış… Demek ki neymiş: herkes kendi işine baksınmış…
Siz sevgili kadıncıklar: babalarınızın yanında namus abidesi, el değmemiş tertemiz kızcıklarken, yataktan yatağa geçerken içiniz başka dışınız başka değil mi? Siz sevgili adamcıklar: Hepiniz dışardan bakılınca maşallah adam gibi adamsınız, evet. Ama içiniz orospu çocuğu hepinizin! Onların da dışı aynı ama içleri bambaşka… “Onlar” diyorum ve evet ayrımcılık yapıyorum, sizden ayırıyorum onları: çünkü hiçbir zaman onlar gibi olamayacaksınız… Ha, zaten bu yüzdense öfkeniz, anlarım… Hani sizin en asinizin bile yapamadığı şey… Kuralları yıkmak, kalıplardan taşmak, istediğin gibi, içinden geldiği gibi yaşamak… Ve evet: Tanrı’ya söylediği sözü hatırlatmak! “Ruh ve beden ayrıdır. Ruh kalıcıdır, bedense sadece bir giysi gibi…” Tamam, tam olarak bu sözlerle olmayabilir ama böyle… Hani sizin yatağa yalnız girmediğinizde hatırlamadığınız Tanrı’nız…
Aşk yasakmış onlara… İyi olur, eğer aşk sizin anladığınız şeylerse… Herkese, her şeye aşk dersiniz ya hani, ha bir de yatakta yaşanır ya sadece aşk… O adamdan o adama, o kadından o kadına geçerken kaybedersiniz de yatakta yeniden bulduğunuzu sanırsınız… Hani yüzlerce insana değmiş ve artık hiçbir mahremiyeti kalmamış olan “mahrem” yerleriniz…. Sizin için aşkın bileşenleri budur ve aşk yalnızca sizin hakkınızdır! Evet… Alın sizin olsun, onu da bir tarafınıza sokun: bir eksik bir fazla, ne fark eder değil mi? Değil mi….
Sıradaki parçamız dar kafalı, geniş vajinalı ablalar ve fermuarı hep açık gezen abiler için geliyor: Sizleri hiçbir zaman dışlamadık, hep alttan aldık sizin boktan dünyanızı… Sizi görünce tek bir laf etmedik, ne yapalım dedik, yazıktır günahtır, onlar da insandır… 

Siz de, sizin asla olamayacağınız kadar temiz ve hepimizin kıskandığı kadar cesur insanlara boşuna ulaşmaya çalışmayınız lütfen.
Zira siz yataktan yatağa atlarken ayağınızı burkmamaya, babalarınızdan gizli olan ve “sikildiğinizle kaldığınız” aşk hayatlarınızda hamile kalmamaya, yattığınız kızlardan hastalık kapmamaya ve hatta eşeklerle, tavuklarla yaşadığınız platonik aşklarınıza dikkat edin…
Sizi çok kıskanıyoruz saygıdeğer insancıklar. Keşke herkesin derdi tasası sizlerinki kadar kolay olsa:” Bu gece kimle yatacağım?” Bu dünyada o kadar çok dert var ki, size beyninizin alamadığı şeyleri anlatmakla vakit harcayamadık, affedin. Size arada “kaşar, orospu, orospu çocuğu, piç, pezevenk” gibi sıfatlarla hitap ettik, çünkü “insan” olduğunuzu çok uzun zaman önce unuttuk, affedin…. Siz de lugatınızda ancak bulunabilen kelimelerden “ibne”yi seçin, öyle hitap edin o insanlara…Bunu demeniz için gözünüzün içine bakıyor herkes, inanın. Çünkü sizin gibi üstün(!)bir ırkın, sevgili “orospu çocukları”nın onları anlamıyor ve sevmiyor oluşu, başta onlar olmak üzere tüm “insan”lar için büyük bir onurdur. Ve hepimizin gözünde onları daha da yüceltir… Hadi şimdi hepinize birer “siktirin gidin! ''

dedi ; Bir Dost

lav mi bek

Ben bu Bonomo'nun şarkısını pek çok sevdim. Melodisi, diğer şarkılarını andırsada; hem kendi tarzından ödün vermediği için hem de akılda kalıcı, hoş söz ve müziğe sahip bir eser ortaya koyduğu için kendisini kucaklıyorum. Tepkilerin bu kadar büyümesine de bir anlam veremiyorum. Zira zamanında Limi limi ley adlı eserle tüm hünerlerimizi ortaya dökmüş bir milletiz. Belki kazanırız belki ilk 3'e bile giremeyiz ancak böyle güzel, tam erovizyonluk, neşeli, hareketli, kıpır kıpır şarkı yapabilme kapasitesindeki sanatçılar Türkiye içinde hala bulunduğundan mutlu olmalıyız diye düşünmekteyim.

Deve

20 Şubat 2012 Pazartesi

En sevdiğim çiçek

Bunun diyetine bile girerim ben. Grev bile yaparım bununla. Hiç bıkmadan günlerce yiyebilirim. Ne güzel şeysin sen! Tadın hep 10 numara! Annem de öğrendi nasıl olsa... Bu kış bana karalahana!

Deve

Aç ayı

Kocaman tepsiler ve kocaman masalar istiyorum. İnsanlar hınçla çiğköfte yoğursun, kebap yapsın, Urfa'da olalım ya da Antep'de. ''Oh be amma yedik'' diyelim, şarkı söyleyelim sonra biraz da tatlı alalım. Tepsilerin biri gitsin biri gelsin ama fonda durmaksızın yoğurulan bir çiğköfte olsun yani. Yiyemesem de dursun orada. Sonra iskender yiyelim, ayran içelim, bol köpüklü.


Kekik

19 Şubat 2012 Pazar

Kaşınma şenliği

Mükemmel bir cumartesiydi. Telefonumun alarmı çalmadan uyanmış, uykumu iyi almıştım. Vakit kaybetmeden saçlarımı yıkadım, köpükledim ve saç kurutma makinasının bigudi bölümünü takıp, saçlarımı kıvırcık bir hale getirdim. Annem de uyanıktı. Kediler her zamanki açlıklarıyla -tabii Aybi'nin ki azgınlıktan- yüzüme acı acı bakıyorlardı. Bütün karşı çıkmalarıma rağmen annem, kedilerime ıslak mamayı alıştırmıştı bir kez ve artık kuru mamanın üstüne kakalarını bile yapmıyorlardı. Giyindim. Annem: "şunlara mama alda gel hadi deveciğim" sözü üzerine montumu üstüme giyerek evden çıktım. Apartmanın önünde bıdı boyuyla duran, erişkin bir tekir vardı. "abucu" diyerek (abucu halk arasında devece bir seviş biçimi olarak tabir edilir) uzaktan uzağa sevdim. Koştur koştur markete gidip ıslak mama aldım. Apartmanın önünde tekirin mama kabının olduğunu fark ettim ve rahatladım. Yani birileri ona bakıyordu. Apartmanın içine girerken; Kekik'in kedisi Bulgur'un turmaladığı elim ile tekir'i sevdim. Çok değil ama öyle... Öylesine. Eve çıkıp kedilerimi doyurdum. Ardından makyajımı, saçımı yapıp saat'e baktım. Saat, atölyeye gitmeye daha çok var'ı gösteriyordu. Sıkıldığım için tekrar montumu giyip evden çıktım. Atölyede güzel haberler aldım. Belki de erken gitmeseydim böyle bir fırsat elde edemeyecektim. Güzel haberlerle atölyeden çıktım. Maça gideceğim kişilerle buluşup Simit Sarayı'nın yolunu tuttuk. Bir sigara böreği, ufak bir dilim portakallı kurabiye ve topu topu 2 çatal ıslak kek yedim. Mutlu mesut Fenerbahçe-sivasspor maçını izlemeye gittim. Kontrol esnasında en sevdiğim çakmağımı ve bozuk paralarımı, sanki hiç anlamı yokmuş gibi alıp, poşetlere savurdular. İşim gücüm yok sahaya madde atacağım zaten! Ne sandılarsa beni? Aşırı stresli geçen bu maçın ardından; verdiğim skor doğru çıkarak daha mutlu bir şekilde evime geldim. Annem bilgisayar başımda oturuyordu. Babam ve abim Adanaya gittiği için annem, onun yanında takılmamı rica etti. Ben de kırmadım oturdum. Pirıngıls ile bir kutu kola içip, koltuk altımda ufak bir kaşınma sezdim. Atölyeden verdikleri video mp4 formatında sıkıştırılmış bir dosya olduğu için, onu açacak programlar bulmaya çalışıyordum. Buldumda. Videoları izlemeye başladım. Kaşıntım koltuk altımda yoğunlaşıyordu ama pek önemli değildi. Tekrar karnımın acıktığını fark ettim ve bir kutu kola daha açıp haşhaşlı ekmek yemeğe başladım. Kaşıntım, gittikçe kollarıma, sırtıma, popoma yayılmaya başlamıştı. Bir yandan videoları izlerken, bir yandan da hatur kutur kaşınıyordum. Üşenmeyip aynaya bakmaya gittim. Ben bunları birinden daha biliyorum dedim ve aynaya bakıp "OLAMAZZZZ UYUZZ OLDUM KESİNNN!!" diye geçirdim aklımdan. Dumur olmuştum. Uyuyan annemi uyandırdım. "Bende de oldu uyuz değil bu korkma iki güne geçer birşey dokunmuştur" diyerek uyumaya devam etti. Bense internette araştırmalarımı sürdürüyordum. Uyuz hayvanının ne kadar iğrenç bir hayvan olduğunu düşündükçe derime böcek ilecı sıkmak geliyordu içimden. Neyseki Uzman tv sağolsun uyuzun boyunlarda ve yüzde olmadığını bu bölgelerin kaşınmasının ancak kurdeşen dökülüyorsa olacağını öğrendim. Kurdeşenin yiyeceklere olan alerjiklik sonucu olanına kapılmışım. Aldığım bir alerji ilacı neticesinde kaşıntımı biraz olsun durdurup uyuyabildim. Uyandığımda tuvalette gittim. Aldığım ilaç uyku yapan bir alerji ilacı olduğu için ve yataktanda hemen kalktığımdan olsa gerek tuvalette başım dönüp yere düşmüşüm. Alnımıda vurdum bir yerlere hatırlıyorum. Kendime geldiğimde kolum kaplumbağa suyunun içerisindeydi. Bir kuvvet ile kendime gelmeye çalışıp olduğum yerden doğruldum. Bu esnada elimi de inciltmişim... Annem de markette gittiğinden her işi tek başıma yapmak zorunda kalmıştım. Odama doğru gittim. Yatagımın üstündeki kıyafetleri bir hamlede yere bırakıp kendimi yatağa attım... Ve şu an kaşıntım olsa da daha iyiyim.
Deve

15 Şubat 2012 Çarşamba

Giden günlerim oldu

Sayıları çok fazla. Nerede olduklarını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz birer birer gittikleri ve geri dönmedikleri. Şaşırtıcı olansa ortada ceset yok.
Suyun yüzeyine çıkamayanların sayısı çok fazla. Birileri onları yiyor mu ? Yoksa saklandıkları gizli bir yer mi var ?
Bazı ölümler zamansızdır. Akvaryum balığı olmayı seçtiyseniz daha da zamansız. ''Su içeyim, şuraya yüzeyim, sıçayım'' derken bir de bakmışsınız solungaçlarınız eskisi gibi değil. Makina eskimiş. Yaşınızı aklınızda tutamıyorsunuz. Hoş siz hiçbir şeyi aklınızda tutamıyorsunuz. Ya da o kadar çok şeyi aklınızda tutuyorsunuz ki kafanız karışıyor. Ortada bir ceset olsaydı benim de kafam karışmazdı...
Yok. Nereye gömüldü bilmiyoruz. Akvaryumu alt üst ettik. Boklar dahil olmak üzere her türlü pislik yukarıya doğru çıktı ama balıklar yok. Toplamda üç kaybımız var. Her biri uzun süre yaşamış hoş denilebilecek türden balıklardı. Akvaryumda dost yanlısı olmayan bir balık var ; melek balığı. Tahminimce balıkları o yiyor. Peki ama bu kadar kısa sürede sindirmeyi nasıl başarıyor ? Ayrıca ölü bir balığı yemek nedir ? Bu mertliğe sığar mı ?
İçerde bir koşuşturma hakim. Sanki herkes dedikodu yapıyor ama balık aklı, üç saniye içinde unutuyor. Bu yüzden kimse suçlu değil. Suçsuz da değil. Hiçbir tanımları yok. Ne güzel evren. Sıkılınca dolaşırsın. Sonra unutursun dolaştığını da.
Diplerde bıyıklılar dolaşıyor. Arkadaşlarının gözleri önünde yenildiğini görseler de susuyorlar. Konuşsalar ne diyecekler ki ? ''Blup''. Heyecanla pislikleri yutuyorlar. Heyecan onların her zamanki hali. Birileri ölüyor ardından birileri pislikleri yiyor. Arkalarını temizleyen çok yani. Susmayı bu yüzden seviyorlar, suya oturmayı sevdikleri gibi.
Akvaryumda herkes üç maymun.

Kekik

Hanimiş hani?




Marakas, içerisindeki boşluğa yerleştirilen küçük sert parçacıkların sallanmanın etkisiyle birbirine çarparak ses çıkardığı bir tür vurmalı müzik aletidir.
Tahta, bambu ve platikten yapılan çeşitleri vardır. Genelde Afrika ve Latin Amerika müziklerinde kullanılır.
                           

Kaç yıl oldu bilmem ama, ben insanlardan marakas istemeye utanır oldum; onlarsa -ki nasıl bir yüzsüzlükse artık- bana marakas almamaktan utanmıyorlar. İnsaf... taa kübalardan anneme hediye alınan ve (ne gelirse gelsin) illa ki benim olacak olan hediye, (ki bu hediyeyi alan kişi beni dış görünüşüm dışında tanımaz) kitap ayracı bile şansıma marakaslı gelirken; beni tanıyan, bir de "hayatımda farklı bir yerin var" diyerek beni önemsediğini belli eden insanlar şu marakası bana niçin almıyorlar anlamıyorum. Sizleri ince göndermelerim ile uğurluyor ve marakaslı kitap ayracım ile ayırdığım kitabıma geri dönüyorum.


Bilgilendirici video için lütfen "play" tuşuna basınız.




 İyi geceler
          Deve

12 Şubat 2012 Pazar

En sevdiğim

Sana aşkım bir volkan gibidir.
En sevdiğim tatlı kazandibidir.

Kekik

Bir gün yapacağım...




Kekik...

Kalpli kaşarlı öpüşen robot

Mantıklı. En azından hediye alacağına kaşar almak daha mantıklı. Bazı klişeler kendi içinde güzeldir. Bu da onlardan biri bence. Niye sevgilin sana ''bana neden KAŞAR aldın?'' desin ki. Ben olsam hapır hupur yerim. Adamlar nerden para kıracağını biliyor en azından.

 Konuyla alakalı mı alakasız mı bilmiyorum ama dün okuduğum şu olay fazla saçma ;



Neymiş efendim. Öpüşür gibi ses çıkarıyormuş. Be ey dürzü. Aynı hissiyatı verir mi ? Bir zahmet uzaktan sevişme de çıkarın. Kimse üstünü başını çıkarmakla, efor sarfetmekle uğraşmasın. En azından sevgililer günü kaşarının yenilir yutulur bir yanı var. Bu ne böyle robotu neden öpelim. İçinde wireless olsa nolur, gönlümün wirelessi kapsama alanı dışındaysa.........


Kekik
Şu minibüs koltuklarına masaj aleti koysalarda, kadıköy yollarında ikide bir popomu bir o yana bir bu yana oynatmak zorunda kalmasam... Alttan mınır mınır bişeyler oynaşsa, yumuşacık bir zemini olsa ne olur ki? Müşteri mutluluğu herşeyden önemlidir derler bide! Popom hiç mutlu değil sayın minibüs severler
Deve

11 Şubat 2012 Cumartesi

Velkam tu dı riyıl vörld

Hayır ben böyle şeyler hep heri potır'da falan olur diye düşünürdüm ne bileyim açıl susam açıl'la büyümüş bir nesil olduğumuzdan o zamanlarda heri potır çölde su tadındaydı. Olay şöyle gelişmiş;

   ''Artvin’de bir otelde yapılan aramada, asansörün altında bulunan ve 0 ve 1 numaralı tuşlara aynı anda basılması ile inilebilen gizli bölmede fuhuş yaptırıldığı iddia edilen yabancı uyruklu 7 kadın bulundu. Gözaltına alınan 4 otel görevlisi adliyeye sevk edildi.''

Biraz tuhaf tabi. Aslında herkesin  başına gelebilecek türden. Yani şimdi 0 ve 1'e aynı anda bassam karşıma da cıscıbıldak hatunlar çıksa ne derim onu da bilemiyorum. Müşterilere de ne dediler ki acaba ? ''Abi 0 ve 1'e aynı anda bas ama bak aynı anda yoksa gizli bölme açılmaz '' falan mı. İşin tuhaf yani bu asansörü yapan şirket nasıl bir kafaya sahip ki...
 Çok korkunç. Bilemiyorum. Sanki 0 ve 1'le aynı anda basınca bir anda tebrikler yazmış gibi. Ya da ne biliyim. ''Gizli bölmeyi araladınız!'' da olabilir. Bundan böyle asansörü olan her binada aklımda 0 ve 1, heri potır ve şüphesiz ki ''sen istiyor duj verecek 10 dolar daha'' olacak... Biliyorum...


Bu da o haber ; 
http://www.haber3.com/fuhus-sifresi-0-ile-1e-ayni-anda-bas-1187114h.htm

Kekik

10 Şubat 2012 Cuma

dıbıdıbıdı

3 katlı bir pasta yapacağım! Büyükten küçüğe doğru, nereden baksan Pisa kulesi!
Evet, sonunda çok istediğim kek kalıplarına kavuştum! O kendini iyi bilir'e teşekkürler(: seni dünyalar kadar çok seviyorum! Küçük kek kalıplarım da var. Onlarla Muffin yapma gibi bir amacım var. Uğraşacak malzemelerim çok fazla yani bu ara. Bir tek güzel tariflerim eksik. Onları da çok geçmeden bulacağım. Belki babane mi ararım bu bahane ile kim bilir...
Deve

Fantezik

Portakalı soydum. Baş ucuma koydum. Ben bir yalan uydurdum. Duma duma dum. Kırmızı mum!
İnsan hayatı akıl almaz fantezilerle geçiyor. Bazen hiç yoktan fantezi çıkıyor, bazense yıllardır yapmak istediğimiz, aklımızda kurup kurup uyuduğumuz fantezilerimiz gerçeğe dönüyor. Bizim çağımızda fantezilerini gerçekleştirmeden ölen insan sayısı azdır bence. Çünkü fantezik bir hayat yaşamaya meğilli insanlar olup çıktık.  Kimilerinin fantezileri, Feriştah yenge, kimilerinin fantezileri iste Nuri alço. Tabii bana kalırsa çoğunluk Nuri alço. Nede olsa "bana verdi" cümlesinden çoğu insan Nuri alço'ca fanteziler üretecektir. Neyse. Fantezik bir 14 Şubat düşünen insanlar şimdiden belirmeye başladı. Masa mumları, gül yaprakları, kırmızı ampuller, saten çarşaflar... bir bir satılıyor. Bir de bunların fantezi olsun diye 14 Şubatta evlenen cinsleri vardır ki, pek acırım kendilerine. Bütün güzel fantezilerini bir güne sığdırmaya çalışan insanlar, 14 Şubatı kutlayanlar olduğunu düşünüyorum. Sanki 364 gün 6 saat birbirlerine hiç cilve yapmayacaklar, hiç gül almayacaklar, romantik bir akşam yemeğine çıkmayacaklarmış gibi "14 Şubat" diye kasım kasım kasılıyorlar.
Notre Dame'ın Kamburu'nu okuyan arkadaşlar iyi bilirler ki, 6 Ocak deliler bayramı olarak kutlanmaktadır.  En saygı duyulası bayramdır. 364 gün 6 saat hiç kasmadan kendisi gibi olmuştur insan ve bunun için kutlar kendini. En mükemmel deli olansa o yılın delisi seçilir. İnanıyorum ki, bir gün tüm dünya 6 Ocak'ı kutlayacak ve sevgililer günü gibi saçma, anneler-babalar günü gibi göstermelik bayramlara ihtiyacı kalmayacak.

Deve

9 Şubat 2012 Perşembe

Yağmur yağdığında saatlerce yürüyemem ama kar yağınca yürüyebilirim mesela.




Kekik

7 Şubat 2012 Salı

Hedaye

10. ayın 13. günü saat 7:30 gibi yanmış mumum. Annem ve babam bu güzel günü kutlamak için pikniğe gitmişler. "Ne güzel" demiş babam "hiç karınca yok!" "Hiç karınca yok" diye sevinçle tekrarlamış annem de.  "Şaşılıcak bir şey değil. Hiç karınca olmaz zaten ekim ayında." diyerek 5 günlükken konuşuvermişim oracıkta.
Çok eskiye gitmişim oysa 120 gün öncesine dayanmakta olan bir şey anlatacaktım size.
Ben 19 yaşıma resmi olarak basarken; çok sevdiğim birisi tarafından hediye edilmiş karınca yuvasının hikayesi...
Hediyeyi ne kadar çok beğenmiş olsam da aklımda hep "bu mevsimde karıncayı nereden bulacağım lan ben" sorusu vardı... Hayır yani sadece bu mevsim olsa gene iyiydi. Bunun birde kışı vardı... Nerden baksanız 4,5 ay bu güzelim, şahane hediyenin nimetlerinden yararlanamayacaktım. Öylece masamın üzerinde duracaktı. Hediyeyi verenin dırdırıda cabası! O anın tadını bozmamak içinse, yumdum gözlerimi öptüm yanaklarını. Mutlu olmuştum ama, karıncayı nereden bulacaktım şimdi?
4,5 ay uzun geldiğinden hevesime yenik düşüp eve gelir gelmez oynadım karınca yuvamla. Sopa soktum içine, tünelleler açtım. Zorla bulduğum karıncayıda sokuşturdum sonra. Karınca inatla çıktı, ben inantla geri koydum karıncayı. Sonunda tek bulduğum karınca terk etti beni. Mutfağa gittiğim bir anda yuvanın içinden kaçıp kurtulmuş. Karıncayı yuvanın içinde ararken, yuvanın görüntüsününde iyice bozulmuş olduğunu fark ettim. Üzüldüm. Hevesim kaçtı. Koydum kenara. 
Günler geçmiyor derken bir bakmışım ay olmuş, aylar olmuş bugün gelmiş çatmış. Mutfakta bir karınca daha buldum. Attım içine. Kötü açmış olduğum tünellerden birinin içine girdi. Çıktı. Girdi. Şimdi de oralarda biyerlerde. Umarım hemen ölmezsin karınca!
Baktım olamayacak böyle, araştırayım dedim nasıl bir şeymiş bu yuva, niçin benim karıncalarım gitmiyor yolda. Okudum, izledim. Tünelleri onlar açacakmış bilemedim.
Ben masumum tüm suç hediyeyi alanda.

Deve

Açıkta kalanlar

Çok şiddetli bir kavgaydı. Küfürler havada uçuştu ve sonunda babam bana orospu dedi. Uzun süre ağladım. Bir yandan da televizyondaki kanallara zap yapıyordum. Ucuza uçak bileti gördüm. Kiev'i denemek harika olacaktı. Ne ara haber aldı da geldi bilmiyorum, ablamı yanımda buldum. Sahilde otobüs beklemeye başladık. Eşyalarımız çok fazlaydı. Nerden baksan 20 bavul. İlk gelen otobüse bindik fakat otobüs yanlıştı. Klasik iett şoförü tavrıyla ''durak gelmeden indirmem'' dedi. İnemedik. En kötüsü de eşyalarımız dışarıda kalmıştı. İndiğimiz durak sahil kenarıydı ve eşyalardan oldukça uzaklaşmıştık. Marmara Denizi'nin dalgalı olduğu günlerden biriydi ve inatla yüzmek istiyordum. Eşyaları boşverip denize atladım. Çıktığımda ablam telefonla konuşuyordu. Bizimkilerin çok üzgün olduğunu, babamın yataklara düştüğünü anlattı. Eve dönmeye karar verdim. Evimiz üç katlıydı ve bahçesi kocamandı. Bahçede beni bekleyen sürprizi görünce biraz yumuşadım. Annem bana araba almıştı. Her nedense yanında da laptop hediyesi varmış. Mutluydum. Biletimi heyecanla çöpe attım. Babam beni sevgiyle kucakladı ve mutlu aile tablosu olduk. Uyandım. Annem ve ablam telefonla konuşmaya devam ediyordu.


Kekik

6 Şubat 2012 Pazartesi

Tokat

Bu böyle olmamalıydı ama oldu bir kere. Senelerdir bizimlesin çok ekmeğini yedik; kimi zaman yalan yanlış linklerle vaktimizi çaldın, kimi zaman da beş dakika içinde film indirmenin zevkini yaşattın bize. Bazen açılmadın, uyuz ettin, yanlış cracklerle uğraştırdın, 'bu son' dedirttin ama yine de seninleydik. Başka sitelere bakmadık hiç, sen btjunkie'idin, en iyileri sendeydi. Hey gidi koca çınar ! Böyle ansızın veda etmek olur mu ? Şimdi gönlümüzü hangi torrentlere açacağız...Yazık değil midir sersefil ettiğin onca insana. İnanır mıydık bir sabah mavi ekrana yazılacak elveda yazılarına..Hadi veda edilirdi de, böyle mi edilirdi ? Belki son 10 download gibi bir şey çıkarsaydın da öyle gitseydin. Şimdi mininova'da ekstratorrent'de nasıl vakit geçiririz, işin kötüsü de sor bakalım her seferinde açılıyor mu..Senin kadar bonkör olabiliyor mu...
Şöyle bir içim cız etti. Hüzünlendim. Keşke böyle olmasaydı. Gitseydin de, gitmek var gitmek var be...Yakıştı mı büyüklüğüne...
Suçumuz neydi bizim ? İsyanım tanrıya..Sana söz sözüm gülüm..Elveda, elveda..

Kekik

5 Şubat 2012 Pazar

Portakal Orda Kal

Portakalların arasından şeker portakalını bulabilmekti mutluluk. Ben hiç bulamadım. Düşerim korkusundan bir kez bile tırmanmadım dev ağaçlara. Güçlü kollarım, ayaklarım vardı da, dengem hiç olmadı. 

Portakalların arasından şeker portakalını bulabilmekti mutluluk. Ben şeker portakalı hiç yemedim. Bulanlar, gerisini hayal gücüme bırakıp anlatırdı ne şahane bir şey olduğunu. Ellerinden suları aka aka yerlerdi onlar, ben yere düşen damlaları sayardım öylece. 

Tadına bakmak için senin bulman gerekirdi. Kimse kimseye kaptırmazdı onu. Tadına bakmak için, dev ağaç dallarıyla savaş varmen gerekirdi ve tekrar tırmanmamak için, el yordamı ile seçtiğin portakalları, kıvırdığın kıyafetine doldura bildiğin kadar doldurmalıydın. Denge gerekirdi. Tabii gene de bahtına ne çıkarsa…

Ben bir kez bile tırmanmadım portakal ağacına. Olduğum yerden yokladım şansımı. Onlar şeker portakallarını yerken, turunç tükürdüm ağazımdan.

Deve 

Emekli Ali Amca

Meraba araba. Bu lafı çok seviyorum. Sevdiğim diğer bir laf da ”iyi olan her şey yapıldı” lafıdır. O lafı duyar duymaz gülerim. Annemin de çok ilginç lafları var. Mesela bugün kedimize ”soysuz” dedi. Sanki tüm kediler İngiliz Kraliyet Ailesi’nde yetişiyor da…Neyse…Cumartesi günlerini çok seviyorum. O zamanlarda da hep kafamda bir Feridun Düzağaç canlanıyor. Bugün orda da cumartesi mi ? Yok biz daha perşembede kaldık..Neyse..Küçükken bir robotum vardı, beyaz. Çok severdim onu. Kafası falan oynuyordu. Wall-e denen modern çağın robotlarına bin basardı. Sonra kuzenim geldi onu kırdı. Hem de tam doğum günümde. Bu sebeple doğum günlerinde biraz burkulurum. Nerden esti ? Yakın zamanda doğum günüm var. Niye sevineyim ki ? Yaşlanıyorum. Eskidendi o ”büyüdüm abii” ayakları. Kışı sevmememin en temel nedeni bağıran kedi sesi. Hani bağırmıyorlar inliyorlar. Onlar için her yer yatak odası tabi. Neyse…
Aklımdan bir sürü şey geçiyor. Galiba odaklanamayacağım. Buraları Deve gibi konuşmayı yeni öğrenen yerdenbitmelere bırakacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Şimdilik hoşçakalın.

Kekik

Rauf Denktaş'ın sesini tanımayan kızın anısına...


Eğer ölmeseydi, kaç kişi Rauf Denktaş beyefendisini tanıyacaktı? 
Birde gelmişler kızcağızı, adamın sesini tanımadı diye eleştiriyorlar. Eleştirileri yapanlar da, gerçekten adamcağızı biliyor olsa gam yemeyeceğim.
Zira şöyle bir durum var, “Rauf Denktaş” adını duymuşsamda, sesini hiç dinlememiştim. Çünkü oturupda siyasetçi sesi dinleme gibi bir fantezim yok. Yazıları, söylevleri okunur elbet. Okunmalıda. Ama sesini dinleme gibi bir zorunluluğu olmamalı bir insanın. Bazen en ünlü şarkıcının sesini bile çıkaramadığımız oluyorken; Belki de hayatımızda en fazla ikikez duyduğumuz bir “ses’e” bu kadar eleştiri niye?

Sosyal medyada ondan bundan duyduğuyla, yarım yamalak bilgilenen bir topluluk, hangi kültür ve hakla eleştiri yapabiliyor?

Kızdım bak gene. Yanaklarım şişti kelimelerden.

Deve

Meah...


Hani burnun akar ya…Başında büyük bir ağrı, sümüğün çelimsiz ve akmaya olabildiğince müsait…Hani boğazında garip bir balgam; ne tarafa gideceğini bilemeyen.. Hani sinüzitin yuva yapar ya yüzünün üzerinde…Her dakika bir hapşırık, her an aniden gelebilecek bir boğaz kaşıntısı…Kulaklarında marmara denizinden gelen eşsiz dalga…Dudakların koparılmak için can atar ya hani…İşte böyler zamanlarda bil ki;


YALNIZ DEĞİLSİN ! 
konuyla alakalı video ; http://www.izlesene.com/video/yavas-cekim-hapsurmak/3217117  



Kekik 

Lancome

Petrol ofisinin çalışanlarıyla arkadaş olmam yakındır diye düşünmekteyim. Zira onlarla sabahlayıp, onlarla aynı saatde uyuyorum. Hatta çalışanlarının benden daha fazla uyuduğuna da eminim. 

Poposunu tekmeleyip, ağzınagözüne iki tane vurmak istediğim bir insan var. Neden hala bu kadar değerli anlayamıyorum.

Kaçıncı gidiş, kaçıncı dönüş? Artık sayamıyorum bile. Tam da gitmedik hiç aslında ama, gene de “belki de bu gerçekten sondur” düşüncesi her defasında daha çok canımı yakıyor. Ne kalmaya yatıyoruz ne de gitmeye açıyoruz kapıları. İki arada bir derede sıkışıp kalmak böyle olsa gerek. Demirkan abimin “Zor geliyor” şarkısını anımsayıp gülümsüyorum sonrasında.

Poposunu tekmeleyip, ağzınagözüne iki tane vurmak istediğim bir insan var. “Lankom” ona hep “lancome”.

Kızartmanın içinde ki patlıcan ile patates gibiyiz bizse. Birimiz olmasakta olur ama, ikimiz de olursak daha güzel.

Deve

Gel Gel Su Çok Güzel

Ah deveciğim benim…Ne de güzel ağzından bal damlamış…Çok severim ben deveyi..5 senelik arkadaşımdır…Neyse…Ben Kekik. Bazı arkadaş ortamlarında ”kekikli nanepolo” olarak da varlığımı sürdüren bir garip insanım.  
Nerden geldi bu Kekik ? Neden Kekik ? Başka isim mi yoktu ? diye düşünebilirsiniz tabii…Kekiğin tarihi çooook eski zamanlara dayanıyorum efenim…Bundan yaklaşık 5-6 ay önce ki bu benim yakın tarihi çok erkenmiş gibi hatırlamamdan da kaynaklanabilir Deve’lerin evinde pineklerken makarna yapasımız tutar. Aslında yapasımız tutmaz; deve yapar, ben de izlerim. O zamana kadar da yaptığı tüm makarnalara baharat yedirmeyi ihmal etmeyen bir übersonikliğe sahipti. Nasıl mutlu olurdum bilemezsiniz. Fakat o gün…O gün her şey sona erdi…Çünkü ”evde kekik kalmamış” dedi. Ben ki ota boka ağlamayan bir insanımdır bir anda günlerce tutulacağım bir ağlama krizine girdim. Neden oldu bilmiyorum. Geçmişimde kekikle ilgili ne yaşadığım sorusunu da uzun uzun düşünmedim ama olmayan kekiğin aslında bilinçaltımda farklı bir cevabı olduğuna eminim. Neticede akşamın bir vaktinde kekik almaya gitmek için fazlasıyla üşengeç bir halde olduğumuzdan makarnayı sade yemiştik. Belki de ketçaplıdır, bilemedim şimdi…
     Tabi bir de şu var ki kanımca kekik dünyaya gelmiş olan en güzel baharat buluşu. Yerine koyacağım bir baharat da yok. Ne kırmızıbiber gibi büyük ne de karabiber gibi küçük… Her şeye koyabilirsiniz, ne tadını bozar, ne de rahatsız eder…
  Hayır bir reklam ücreti almıyorum kekikten…Devenin tumblr tahtına da aday değilim..Arada bir görünür, giderim. Ya da perdeyi açar kaçarım. Zili çalıp da kaçarım. Gerçi ben hep kaçarım. Ah kaçarım kaçarım.

Kekik
  
Tek kişilik çıktığım bu yola, canım, ciğerim, çiçeğim, ortağım, kardanadamım, gözüm, yüzüm, gönlüm olan Kekikle devam etme kararı almış bulunmaktayız. Herşeyde olduğu gibi, burda da ortaklığımızı konuşturmayı düşünüyoruz.
Kekik çok iyi bir insandır. Ağzınıyüzünügözünüburnunuboynunu hiç düşünmeden yiyip, ardından suyunu sıkıp içiceğiniz bir insandır. Onu çok seviceksiniz eminim. Çünkü ben çok seviyorum. Beni de sevmeyi ihmal etmeyin. Bir deve olarak etim ekşi olsada güzeldir.

Deve

Bazen yazmak gerekir.
Kendimi bildim bileli 5 farklı apartmanda oturduk. İlk evimiz çok güzel, çok büyüktü. Hala içten içe oraya tekrardan taşınmayı istesemde; minibüs yoluna, tren istasyonuna olan yakınlığı nedeni ile, şu an ki oturduğum semtten çok mutluyum.

Ama bunu apartman için söyleyemeyeceğim sanırım. Dairelerle birlikte 5 de farklı odam oldu. 4 ü okadar benimdi ki, sanki hep o odalarda yaşamıştım. Odamda olmaktan mutlu oluyordum . Daha az gerilip, daha çok kitap okuyabiliyordum. Yazılarımı bile daha rahatlıkla yazıyordum.

Bir eve taşınırken baktığım en önemli şey, odam olacak yerin kare ve büyük olmasıydı. İnce uzun odalar içimi ciddi derecede rahatsız ederdi.  4. evimizdeki odam da “dikdörtgen” odalardan olmasına rağmen çokda irite olmuyordum. Ancak 5. apartmanımıza taşınma kararımız çok ani olduğundan odamı seçme gibi bir fırsatım olmadı.

Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi bir hisle oturuyorum içinde. Odama alışamadığımdan; evi de yabancılıyorum. Kollarımı açıp duvarları itekliyesim bile geliyor zaman zaman. Enerjisini de hiç beğenmiyorum. Beni bu kadar bastıran bir enerji hiç hissetmemiştim.

Birde camı yok bu odanın… Nefes alamıyorum. Kafamı çıkartmak için aralıyacağım küçük bir kutusu bile yok… Okadar eksik. Bir balkona açılan kocaman kapısı var. Benim de kedilerim var… Kış geldi. Yağmur yağıyor, kedilerim terasa düşüyor…

Merkezi sistem evde de bu son oturuşum olur mesela… İstemiyorum kardeşim bu kadar sıcak ev. Sevmem ben sıcak evi. Biraz üşütmeli hani… Balkon kapımıda açamadığımdan kısaca ölüyorum.

Deve
Kış geldiğinde mi kar yağar yoksa kar yağdığında mı gelir kış? Ayrıca bunun yeni yılla ne ilgisi var?
 
Yok tabi ki yeni yılla bir ilgisi. Ama kar yağsa hiçde fena olmazdı. Sıcak evde elimizde içki bardakları, tombala kağıtları, açık televizyonda kimsenin izlemediği bir eğlence programı ve masanın üstünde leziz yemekler varken; lapa lapa karın altında 10 dan geriye doğru saymayı herkes hayal ediyordur. En azından ben herkesin adına yeterince etmişimdir.

Sanki her taraf bembeyaz kar olsa, kim ak kim kara ortaya çıkıcakmış; e bir de yeni yıl’a giriş gecesinde olsa bu olay, mistik bir biçimde yolda yürüyenlerin ayak izlerinden kimin ne olduğunu anlayacakmışım gibi hissediyorum. Sanırım doğaya aykırı bu çıkarcı düşüncemden dolayıda evren, yeni yıla giriş gecelerinde İstanbul’a karsız bir yeni yıl’ı uygun görüyor. Böylece hayalini kurduğum şeyi, çıkarcı bir şekilde duyduğum hislerden dolayı gerçek kılamıyorum.
 
Bende kendi suni karımı yağdırırdım etrafa. Suni de olsa, beyaz beyazdır diyip, insanları yürüttüm yollarımda. Yoksa, kapı aralamasını bilmem ben. Zeytin çekirdeğinden ceviz kabuğuna, ceviz kabuğundan üzüm çöpüne kadar herkes olurdu benim hayatımda. Sonra giderler sebebsiz, ya da kırarlardı bazen.

Bu sene istemiyorum yeni yılda kar yağsın. Soğukta olmasın hatta. Atalım kendimizi sokaklara herkes kaynaşsın. Evsizlerle arkadaş olup köpeklerle havlayalım mesela. Tanımadığımz evlere girip bir bira isteyelim. Kendim olayım istiyorum bu yeni yıl. Kimseye engel koymadan hayatıma alayım istiyorum.
Ama gelin görün ki karın en âlası yağacak sanki bu sene. Yani eve kapanıp kalacağım.

Bu yüzden bilet aldım ben de. Para çıkarsa atlar giderim diye. En büyük hayalimdir bir trene atlayıpda, tıngır mıngır seslerle hayal kurmaya devam ederken karanlık kış gecelerinde, kar yağan yerlere gitmek. Ama öyle insanları tanımak değilde, beyazlıkda kaybolabilmek için bu defa. Birde baharatçı açmak istiyorum çıkan parayla. Çeşit çeşit ülkelerden faydalı otlar getirip, karışık bitki çaylarıyla mutlu edebilmek için insanları. 

Büyük bir umutla bekliyorum o yüzden yeni yıl gecesini. Hiç bu kadar hevesle beklememiştim bir yılı. Bilet bile aldım yani o derece. Yok biletten dolayı değil bu heyecanım. Para çıksın çıkmasın 2012 yılında, hayatımda değişen, değiştireceğim birşeyler olacak. İnanıyorum. 

Deve